Hoşgörüsüzlük (abartma, yükleme, çarpıtma)
Düşmanlığa, ayrımcılığa ve şiddete tahrik
kumpas davalar zincirinin hemen hepsi sözde "vatansever" kişilerin FETÖ'cü savcı ve hâkimlere bavullarla teslim ettiği "sözde" belgelerle başlamıştı. Kumpas davaların son halkası olan 28 Şubat davası, "Fetullah Gülen Nurcu Grubu üyesi" olduğu gerekçesiyle 1997 yılında TSK'dan ihraç edilen Tamer TATAR adlı bir Tabip Yüzbaşı'nın İstanbul'daki FETÖ’cü savcı Hüseyin AYAR’a (ki kendisini Ergenekon ve Balyoz davalarından tanıyoruz) teslim ettiği içi üretilmiş sahte belgelerle dolu bir CD ve bir koli "belgenin"(!) Ankara'daki Kozmik Oda davasının FETÖ'cü savcısı Mustafa BİLGİLİ ve yardımcısı Kemal ÇETİN'e ulaştırılması ile başlamıştı. Ee, hep FETÖ'nün kumpasçıları savcı ve hâkimlere bavulla evrak taşıyacak değiller ya?! Bu kez tam tersi oldu, 28 Şubat davası sanıkları mahkemeye bir bavul belge taşıdı. (Nitekim 15 Temmuz kalkışmasından sonra kaçtı, 4 ay sonra sahte kimlikle bir gaybubet evinde yakalandı, yapılan yargılamada "FETÖ üyeliği ve devletin gizli kalması gereken belgelerini ele geçirmek" suçundan 17,1 yıl ceza aldı, cezası Yargıtay'ca da onandı, halen cezaevindedir. Ama soruşturmanın fitilini ateşleyen ve Savcı Bilgili'ye bir koli sahte belge teslim eden TSK'dan atılma FETÖ'cü göz doktoru Tamer TATAR elini kolunu sallaya sallaya ortalıkta dolaşmakta, özel hastanelerde çalışmaya devam etmektedir, o ayrı. Zira tam bir FETÖ kumpası olduğu ve organize bir FETÖ'cü ekip tarafından kotarıldığı son derece açık olan bu davanın; *böyle bir iddianameyle yapılamayacağı, * iddianamenin özünün "28 Şubat'ta Fetullah GÜLEN cemaatiyle neden uğraştınız, neden cemaat üyelerini ordudan attınız?" konusuna yönelik olduğu (ki iddianame 17/25 Aralık olaylarından önce hazırlandığı için Bilgili denilen "savcı kılıklı terör örgütü üyesi", iddianamedeki ifadelerinde bunu saklama ihtiyacı bile hissetmemiş, Fetullah Gülen yanlısı bir personelin TSK'dan atılmasını suç olarak kabul eden cümleler yazmakta bir beis görmemişti ), * soruşturmanın da kovuşturmanın da hukuka aykırı başlatıldığı, * davayı açmak için bile Erbakan'ın ölmesinin beklendiği, *bavulcusundan savcısına ve bir kısım hâkimine, polisinden TÜBİTAK'çı bilirkişisine ve dahi Genelkurmay uzantılarına kadar işin içindeki herkesin FETÖ'cü olduğunun kesinleştiği, olayda rol alanların tamamına yakınının ya cezaevinde ya firarî konumda olup meslekten atıldıkları, *sırf sanıkları suçlu göstermek için sahte belgeler üretildiği ve / veya belgeler üzerinde tahrifatlar ve sahtekârlıklar yapıldığı, *ifadelerin yönlendirildiği, *sanıkların lehine olan tek bir belgenin bile dosyalara konmadığı, hatta bilerek gizlendiği, *sanıkların kendi masumiyetlerini kanıtlamak için toplanmasını istediği belgelerin veya dinlenmesini istediği tanıkların reddedildiği, * olaylarla hiç ilgisi olmayan ve yasal olarak zaten katılma hakları bulunmayan kişilerin "müşteki" veya "katılan" olarak gösterildiği, *sözde delil olarak dosyaya konan belgelerin delil niteliklerinin olup olmadığının bile tartışılmadığı vb. Ağır Ceza Mahkemesi bu gerçekleri göz ardı etti, sahte delillerle hazırlanan bir FETÖ kumpasına göz yumdu, sanıkların nihaî savunmalarının hiçe sayarak, en temel ceza hukuku kurallarını ihlal etti