Düşmanlığa, ayrımcılığa ve şiddete tahrik
Devlete gözünün üstünde kaş var diyeni “Kes lan Fetöcü” diye susturmak meşru olmuş, her “Bu da olmuyor ama” diyen “Ulusal güvenlik tartışmaya kapalıdır, tartışıyorsan hainsin” parantezine alınır olmuş, devlete hükümet eden parti açık açık kendisini sabote eden bu tür uygulama sorunlarını kontrol edemez hale gelmiş, (çünkü milliyetçiliği şahlandırmış da şahlandırmış ve şimdi de sahada tutamıyor), “Kürtçülük ne kadar kötüyse Türkçülük de o kadar kötü, milliyetçiliğin her türü kötü” şeklindeki naif cümle bile kriminalize edilir hale gelmiş, ‘devletin bekası’ argümanı her türden beceriksizliği, aşırılığı ve haksızlığı meşrulaştıran bir örtü olmuş, TV ekranları devleti putlaştıran ve “Devlet neylerse güzel eyler” diyenlerden geçilmez olmuş, 16 yaşındaki Asperger’li bir çocuğun eleştirisinde Türkiye’yi geçirmesini bile ‘milli refleksle’ aslanlar gibi püskürtme yarışına girecek kadar delirmişiz, aklı başında sandıklarımız bile hasta bir kızla alay etmeyi milli kimliğinin bölünmez mermerliğinin parçası sayabilmiş, bu şartlarda bir köşe yazarının “Devlete laf etti” diye linç edilmesi artık beni şaşırtmıyor. “Ben ne darbeciyim, ne de FETÖ’cü” diyor Nazlı Hanım. Ama FETÖ tuzağına çekildim, niyetlerini sezemedim, kendilerini mağdur gibi gösterdiler, inandım, ama asla darbe amacı taşıyan bir ajandaya bile isteye hizmet etmedim” diyorsa, ona hiç değilse kulak vermek gerekmez miydi?Üstelik 17-25 Aralık sürecinden 15 Temmuz noktasına gelene kadar yaşanan süreçte hata yaptığını, Erdoğan’ın uyarılarını anlamadığını da kabul ediyor. “Bana da FETÖ’cü derlerse?!” korkusu. FETÖ elebaşları kaçtı; Ben de kuyuya atıldım